3 Mayıs 2011 Salı

Sıfırdan başlama hakkı

Kimilerimiz hayata şanslı başlıyor kimilerimiz ise futbol deyimi ile 1-0 mağlup başlıyoruz.

Geçenlerde oğlum en azından ‘Sıfırdan başlama hakkı olmalı her insanın‘ dedi. Üzerinde düşünülmesi gereken bir söz dedim kendi kendime ve düşündüm. Şanslılarımızın geçmişten gelen bir takım zenginliklere sahip olduğu, sağlık, sıhhatinin yerinde olduğu, iyi bir işi, iyi bir evliliği ve güzel çocukları olduğunu düşünebiliriz. Yenik başlayanlarımızın ise sırtlarında bir borç yükü ile doğdukları, hayatta özendikleri bir çok şeye kavuşamadıklarını, daha iyi koşullarda yaşamak, daha iyi koşullarda yiyip, içmek, eğitim görmek gibi isteklerine kavuşamadıklarından yakındıklarını görürüz.

Oysa hayatın çok daha dramatik imtihanları vardır insanlar için. Hepimiz bizden daha kötü durumda olan insanları düşünüp, kendi durumumuza şükredebilmeliyiz.
Belki bir otomobiliniz olmayabilir, ancak ne doğumdan ne de daha sonra oluşmuş bir özrünüz yoksa hayat size torpil geçmiş demektir. Söyleneni anlayabiliyor, kendi ihtiyaçlarınızı giderebiliyorsanız; şanslı insanlar içerisinde sayabilirsiniz kendinizi.
Maddi düzeyiniz ne olursa olsun, başınıza gelecek bir kaza kaderinizde dönülmez çizgiler oluşturabilir. Eksik bir parmağınız veya fazladan 6ncı parmağınızın olması bile sizin dünyanızda paranın sağlayacağı huzurdan çok daha derin yaralar açabilir.

Zengin saydığımız bir çok insanın nasıl evlat hasreti ile yandığını düşünen 3 çocuklu fakir bir ailenin fertleri de asıl zengin olanın kendileri olduğuna hükmedebilir.
Rahmetli Sakıp Sabancı’nın özürlü çocuğunun yüzüne bakıp nasıl içinin eridiğini, fabrikalarında çalışan kaç işçi kardeşimiz hissetmiş olabilir acaba?

Hayatın insanı hem fakirlik, hem hastalık, hem özür, hem kaza ile sınadığı zamanlardan Yüce Mevla’ya sığınmak lazımdır. Gerçekten bir insan için en zor olan belki de hem hastalık, hem özür, hem de fakirlik ile boğuşuyor olmak, sevdiklerinin gözünün önünde eridiğini göre göre bir şeyler yapamamanın ızdırabını yaşamaktır. Rabbim her kulun imtihanını ayrı yazmış olsa da böyle dramatik alın yazılarından, taşıyamayacağımız yükler ve büyük imtihanlara muhatap olmaktan bizi korusun.

Sosyal devlete düşen görev işte bu konumdaki insanlara hepimizin ortak eli olarak hizmet götürmek, o kişilerin hem ruhuna, hem ekonomik durumuna katkı sağlayacak en iyi desteği vermektir. Çaresiz hastalıklara düşenlerimizi, başına olmadık kaza gelenlerimizi fert olarak kucaklamaya yetmediğimiz durumlarda sosyal devlet olmazsa olmazımızdır. Devletten malımızı, canımızı, namusumuzun bekçisi olmasını bekler, hasta olduğumuzda, çaresiz kaldığımızda elimizden tutmasını ve bunu doğal bir görev olarak yapmasını bekleriz.

Bu yüzden Türkler devletsiz kalmamış ‘Ya devlet başa, ya kuzgun leşe’ diyerek kendi siyasi görüşü ne olursa olsun devletine sahip çıkmıştır. Onun için severek askerlik yapar, elimizden geldiğince vergilerimizi öder ve devlet malını korur, kollar gözetiriz.

Son yıllarda gördüğümüz kadarı ile birileri ne millete, ne devlete acımadan hırsızlığın saltanatını yaşamışlar ve şimdi birer birer yargı önüne çıkmaktalar. Hergün bir yerlerden usulsüzlük çetelerinin haberlerini duymaktayız. Öyle ki bu çetelerin ergenekon çetesinden tek farkı silah çekip adam vurmamaları…

Devletin malını çalıp yiyenler, bu milletin fakirinin, yetiminin malını yediklerini ve yedikleri dünyada yanlarına kar kalsa bile öbür dünyada burunlarından fitil fitil geleceğini unutmamalılar… Tüyü bitmedik yetimin hakkı kolay yutulan bir lokma gibi gelse de gün gelir adamın boğazına durur…

Hiç yorum yok: