8 Şubat 2010 Pazartesi

Kediyi de AŞK'ı da öldüren merak


Faydasız bilgiden Allah’a sığınırım’.

Bu bir zehirlenme uyarısıdır ve birkaç yönü vardır bu uyarının.
Birincisi bilginin sizi aptallaştırması. Beyninize sürekli akarak lüzumsuzca işgal etmesi sizi yönetmeye kalkması. Bu gün yaşadığımız medyatik defenformasyonun beyinlerimizi çöplüğe çevirdiği bir gerçektir.

Bu yönünü hiç ele almayacağım bu yazıda. Biliyorum ki bazı insanlar babamın 15 yıl önce aldığı kırmızı muratın plakasını bilmekten zevk alıyor. Biliyorum ki bazıları il kodlarını ezberlemiş yeni illerle birlikte bilmekle övünüyor. Bazı politikacılarımız delegelerin hepsini isim isim bildiğinden iyi politikacıdır.

Yine biliyorum ki bir kısmımız paparazzilerden televolelerde kimin kimle nerde ne yaptığını bilmekten röntgenci bir zevk alıyoruz. O yüzden bu konu da anlatımım dışındadır.

İkinci yönü ise hazmedilmesinin zorluğu ve kişiyi kibre yöneltmesidir.
Yani zordur bilgiyi sindirebilmek. Kendini bilgi ile donanmış gören nice alim kibir ve bencillik çukurlarında yitip gitmiştir. Nice idareci ben bilirim söylemi yüzünden kendisini ve yönettiklerini ateşe atmış yangınlara sürüklemiştir peşi sıra.
Bu konuda da bir çok şey yazılıp çizildi ve bu gün söz konusu etmek istediğim bilgi bu da değil.

Benim dile getirmek istediğim; gereksiz bilginin sevgiye verebileceği zararla ilgili.
Bilgi sevgiyi öldürür mü? Güveni sarsabilir mi? İnsanı yalnızlığa, çaresizliğe, dayanılmaz acılara itebilir mi?

‘Yüksek Ökçeler’ adlı öyküde ev sahibi hanım yeniden giymek zorunda hissettiği yüksek ökçeli ayakkabıları ile mutlu kalabilmiştir sonunda.

İstemediklerimizi duymak, bilmek pahasına feda edebilir miyiz çevremizdeki güzellikleri? Bilmediklerimizle yaşamak bir Polyannacılık mıdır her zaman? Kendimize yalan söylemek midir öğrenme dürtümüzün kamçılamalarına direnmek?

Merak, bir çok teknolojik gelişme ve buluşun sebebi olduğu gibi, insanın başına beladır kimi zaman. Öğrenmek istediklerimiz durmamız gereken sınırlarda mıdır?

Bir merakla, sevdiklerimizin gizlerini öğrenmek hakkımız olup olmadığını düşünmeden özel eşyalarını kurcalayabilir miyiz? Kediyi öldüren meraktır diye boşuna mı demişler acaba? Acaba beni gerçekten seviyor mu diye sevdiğinize tuzak kurmaya iter mi merakınız sizi? Ya da peynirin cazibesine kapılmış bir fare gibi çekilir misiniz bilgiye?

Az dürüst davranıp gizlenmek yerine ‘bana dürüst ol asla yalan söyleme’ deyip ‘seni sevmem için güven önkoşul deyip’ sonra da size boyun eğen sevdiğinizin alnına silah dayar gibi zorlar mısınız mahremiyetini, sorularla. Onu ya kırk cevap, ya kırk satıra mahkum ederek; ya yalan söylemeye ya da sizi incitecek bir sona doğru ittiğinizi görmez misiniz?

Bilgi zehirdir bir yerden sonra. Çünkü mutlak manada bilgiye ulaşmak sizi istemediğiniz, ilerde de hiç hoşlanmayacağınız bir sırdaşlığa götürür.

Bir yük yüklenirsiniz ki Tanrı korusun.
Yüklendiğiniz bilgilerin yükünü kaldıramazsınız. ‘Acaba nerede ne yapıyor şimdi’? sorusunun yerini ‘yine içiyor’ , ‘yine oyunda’, ‘yine kumarda’, ‘yine şöyle yapmıştır’, ‘böyle yapmıştır’ gibi ilerde bir çoğunun doğru olmadığını görüp üzüleceğiniz sanrılara mahkum edersiniz kendinizi.
Oysa hatalar sevilerek, isteyerek yapılsa bile sürekli yinelenemez. İşin kötüsü, sizin kötü göreceğiniz bir şey sizi bilgilendirence bir kıvanç vesilesi bile olabilir. Bu ise sizi iki kere yaralar.
Öte yandan öğrendiğiniz bilgi bir sır, bir giz, bir suç ise tutması sizi sıkıntılara sokarken, -iyi niyetli biri iseniz- derin bir hüznü de yaşarsınız. Bazen bu bilgi öyle tehlikeli bir hal alır ki yaşamınızda; dönüş şansı bırakmaz, sizi alır götürür, sürükler bir yerlere.

Sevdiğinizle nefsiniz, gururunuz, kişiliğiniz, inançlarınız arasında bir tercihe zorlar sizi. Sonunda ya yardan ya serden geçmek durumunda kalırsınız. Ya da belki o sizden geçmek zorunda kalır.

Hele bir de bu bilgi yanlış bilgilenimse, yanlış bir algıya ve tepkiye sebep olduysa, sizi yakalayan pişmanlığın acısı tarif edilemez. Özür dilemeyi becerebilseniz bile ne kendi yüreğinizdeki pişmanlığı ne de karşıdaki kırıklığı gideremezsiniz.

İşin başka bir boyutu ise, sizi bilgilendiren kişiler, bu paylaşıma güvenip yaptıkları hataları bir hak gibi görebilirler. Artık sizin incindiginizi, kırıldığınızı düşünmez, düşünemez. Size bilgi vermiştir ya içleri rahattır. Aynı konuda dün ürkerken, bugün bilerek isteyerek bilgi aktarırlar size. İncinebileceğinizi düşünmeden sorduğunuza bin pişman olduğunuzun bilincine varmadan işi pişkinliğe vururlar.
Yüksek ökçeleri anımsamadınız mı? Ya Midas'ın kulaklarını?

Yüksek Ökçeler’ adlı öyküde bir ihtiyar kadın hizmetçilerinden, uşaklarından çok memnundur. Ancak bunun böyle olmadığını merdivenleri inerken gürültü yapan yüksek ökçeli terliklerini giymediği bir gün öğrenir. Uşaklar, hizmetçiler hem ihmalci hem de dedikoducudurlar. Yıkılır ama toparlanır. Ertesi gün bir karar vermek zorundadır. Kimselere bir şey demeden yüksek ökçelerini giyer yine ve bir daha da çıkarmaz.

‘Midas'ın Kulakları’ ise, hilkat garibesi kral Midas'ı tıraşa giden bir berberin, onun tıpkı bir eşeğe benzeyen kulaklarını görüp susmak zorunda kalmasının dramatik komedisidir. Zavallı berber sonunda dayanamaz bir kuyuya bağırır.

-Midas'ın kulakları! Eşek gibi kulakları... diye.
Ama o kuyuda yetişen sazlıklardan yapılan her kaval öyle bir sesle çalmaya başlar ki; berberin sırrı kaval nağmelerinde yansır.
-Midas'ın kulakları, eşek kulakları...

Sır tutmak da ayrı bir lükstür. Kendine eziyettir. Sırrı öğrenmek ,olmadık yerde  gereksiz bir emaneti almaktır. Kendi kendine dert ve sorumluluk sahibi olmaktır. ‘Aman kimseye söyleme’ diye sizle sır paylaşan biri, belki de bunu en az üç kişiye söylemektedir.

Ben böyle kişilere zaman zaman ‘söyleme de içine dert kalsın’ derim. Çünkü anlatacak olan kişi zaten bu yükü taşıyamadığından sizinle paylaşacaktır. Sizi paylaşmaya değer buluyorsa ‘aman kimselere söyleme’ demesinin abes olduğunu bilmelidir.
Kanuniye meraklı bir veziri sorar:
-Sefer nereye hünkarım?
Cevap alamayıp çok ısrar edince der ki padişah :
-Ey vezirim sen sır tutabilir misin?
-Evet. der vezir güvenilmenin hazzı ile ve kulaklarını iyice açar. Kanuni ise gülümser :
-Ben de tutabilirim :)

Dün değil ama bu gün, ben artık öyle yapıyorum. Siz de dilerseniz deneyin. Sevdiklerinizi merak edip sorgulamayın, haddiniz olsun, olmasın herşeyi sorup soruşturup, araştırmayın.
Bilginin zehir olduğunun farkına varın ve bu bilinçle yüksek ökçelerinizi giyip; sevdiklerinizle, dostlarınızla, arkadaşlarınızla mutlu bir şekilde yaşayın...

Unutmayın kediyi de, aşkı da öldüren fazla meraktır...

Hiç yorum yok: