7 Şubat 2010 Pazar

Mendilimde gözyaşların

Ne kadar az’dın bana, dedi ağaç buluta
ne kadar az’dın sen bana
daha küçücük bir tohumken düştüğümde toprağa
kuruyup çatlamış toprakta ürkerken
bu kocamana dünyanın tüm yürek yiyicilerinden
ve karıncaların dişlerinden kurtulabilmek için
dua etmeyi bile öğrenmemişken daha
ne kadar az’dın sen bana


ne kadar az’dın sen bana
vardın biliyordum
gerekliydin benim için biliyordum
güneşi sevdiğim kadar seni de seviyordum
ama toprak ana kadar basmadın bağrına
korktum hep varlığından
gölgen korurmuş beni
erken çatlamasından kabuğumun
kurda kuşa yem olmayayım diye
karanlık gecelerde gürlermişsin bilemedim
gözümü alan geceyi yırtan şimşeklerinin ışığı
yolumu aydınlatamadığını düşünsem de
annemin erken uyuturken üstüme örttüğü
yorganın altından başımı çıkarıp baktığımda
kapımın pencere camında gördüğümü sandığım
mum ışığından yansıyan markut, öcü ve gölgeleriymiş bilemedim.


Çünkü öğrendim geç de olsa.
Erken uyuyamazsam erken büyüyemezmişim.
Karanlığın büyücülerine aldanıp
sahte günışıklarına kanıp
"daylight" gecelerde özümden filizlerimi verdiğimde dünyaya
dallarıma karıncalar üşüşürmüş bilemedim.
Her erken doğan çiçeğin körpe dallarına konan usta avcı karıncalar...
Erken sesini dünyaya veren her bülbül ötüşlü kanaryanın başına gelen gelirmiş başıma
ilk büyük lokma takılırmış boğazıma ve bir lokma olurmuşum avcı kedilere sokak aralarında.
Bilemedim.


Ama ben senden korkmayı öğrendim sevmeden önce
seviyordum seni, için için.
Hani babamı sevdiğim gibi.
Ya da okulda sürekli kaşları çatık tarih öğretmenimi sevdiğim gibi seviyordum seni de kim bilir.
Kızdığında şimşeklerin yıldırıma dönüşürken söyle nasıl daha daha sevebilirdim ki.
Sen hiç şimşeklerinle sarsıldın mı, yıldırımlarınla kavruldun mu? Dudaklarından çıkan bir çift sözün
nasıl beni yaraladığını bildin mi apansız.
Zamanlı zamansız...
Oysa hep sana gülümsemek istedi yüreğim...
Karıncalardan önce sen gör istedim toprakta kök salışımı...
Filizlenişimi sen gör...
Nasıl kahverengiden yeşile döndüğümü
ve umudun turuncu çiçeklerini nasıl
içimde büyüttüğümü sen bil istedim...
Bil(e)medin...


Ne kadar güçlü olabilir ki bir tohum...
Bir fidan olup yeşermekten başka çarem mi vardı.
Ve suya bu kadar hasretken
dallarımı serin gölgelere uzatmaktan başka ne yapabilirdim ki.
Çünkü sen başka şeylere ağlıyordun.
Rahmet yağmurların benden başka her yere düşüyordu.
Belki de avuçlarını kapatıp hüzün dolu yüzünü saklıyordun kim bilir...
Ama ben bilmiyordum.
Sen de bildirmiyordun.
Hem bana Tanrıdan korkulmaz sevilir diyordun
hem de uslu bir fidan olmazsan, öcüler yer seni diyordun.
Sev diyordun bana sevgiyi öğretmeden.
Ben de seviyordum.
Kurdu kuşu karıncaları böcekleri.
Hepsi öyle sevimliydi ki.
Her gördüğüme dallarımı eğiyordum.
Sonra içimi kemiriyordu dişleri ve ben sebepli sebepsiz sevgilerde içimi yiyordum.
Yanı başımdaydın oysa değil mi.
Hani şefkat merhamet gölgen üzerime düşüyordu.
Oysa ben bir damla yağmura muhtaçtım görmüyordun.
Dallarımı taşıma su ile değirmen döndürdüğünü iddia eden
Her su veren ele açışım ondandı
sen bilmiyordun.


Çünkü sen güçlüydün.
Ben isyankâr.
Toprağa sıkı sıkı tutunmaya başladığımda, ayaklarım üzerine daha bir dikildiğimde
isyanım daha da büyüdü sana.
Erken yağan yağmurların köklerimi çürüteceğini bilmiyordum daha.
Nehirlerin alıp götürdüğünden haberim yoktu canlıları.
Mademki su hayattı.
Ben hayatla var olmalıydım.
Öylece uzattım dallarımı biraz daha biraz daha.
Şımarıyordum gitgide.
Yağmazsan yağma ben nehirleri duymuştum karıncalardan.
Suladığı ovalarda ekinler bitiren.
Her yeri yeşillendirip, canlılara yaşam sevinci veren.
Sadece ve sadece şu karşıki dağın ardından dökülen nehirler.
Dallarımı biraz daha hayal nehirlerine uzatmaktan gayrı yapacak bir şey yoktu.
Ve uzattım biraz daha, biraz daha...
Artık gök gürültülerinin de işe yaramadığını düşündüğünde yıldırımlar gönderdin yüreğime.
Çok öfkeliydin, çok kızgındın.
Söz dinlemiyordum çünkü
Artık isyankâr asi şımarık bir çocuktum.
Ama çocuktum.
Büyüyordum, büyüdükçe daha dik başlı daha vurdumduymaz oluyordum.

Sen yağmazsan yağma

ben derinlere dalan köklerimle suyu buluyordum.
Dökülen yapraklarımın yerine yenileri yeşeriyor
ve ben sürekli etrafımdaki karıncalara yetecek kadar yaprak döküyordum.
Yaşam benim etrafımda dönüyordu işte.
Öte yandan hep içimde yaşattığım bir umutla boy atıyor.
Yere uzandığı kadar dallarım, boyum da sürekli göğe, sana uzanıyordu.
Hoş sen bunu da isyan saydın.
Sana ulaşma gelme çabam olarak görmedin.
Karıncalar yetmedi şimdi de kuşlara dal oluyor diyordun kendince kim bilir.
Artık bir fidan değil kocaman bir ağaçtım işte.
Toprağın bağrından yetişen.
Özü çamur olsa da suyu derinlerden alan.
Yapraklarıyla böceklerin, karıncaların beslendiği
dallarında kuşların tünediği göz kamaştırıcı bir ağaç.


Ötekilere de hiç benzemiyordum.
Onlar sana yönelmişlerdi. Göğe uzatmışlardı başlarını. Dimdik.
Oysa ben daha heybetli idim. Kocaman bir çınar gibi.
Hem göğe yönelmiş hem de çevreme uzatmıştım dallarımı.
Ormanın her köşesinde dallarımla yapraklarımla ben vardım.
Yorgun uçan kuşlar önce benim dallarımı görüp konuyorlardı.
Karıncalar üşüdüğünde benim kabuklarımın arasına sığınıyorlardı
ve sen istemesen de yağmur damlaları bana daha fazla uğruyorlardı.
Gerçi yapraklarımı karıncalar için sık döker olmuştum.
Ya da yorgun bedenim tutamıyordu onları yeşil.
Kabuklarımın arasında derin yaralar kovuklar açmıştı karıncalar.
İçin için yenmiş çürümüştüm ama olsun.
Dışardan hala en heybetli görünen ve ilgi çekip, kendisine yönelinen ağaç, o bendim işte.
Sıcak bir yaz günüydü.
Kaza geliyorum dedi mi bilmiyorum ama bir avcının sigarasını yakarken attığı bir kibrit yere düştü.
Vakit saat gelmişti belki de eskilerin deyimi ile.
Önce benim yere düşen yapraklarım tutuştu.
Öyle çok yaprak dökmüştüm ki yere karıncalar yesin diye.
Öyle yeşil ve dalında tutamamıştım ki onları.
Hemen hepsi bir anda tutuştu.
Önce muhteşem bir görüntü gibi geldi bu bana.
Ateşi sevdim bile diyebilirim o ilk anda.
Etrafım ışıl ışıldı.
Sonra baktım karıncalar kaçışıyordu. Kuşlar dallarımı terk ettiler.
Ateş artık canımı yakıyordu.
Alevleri ile dört bir yandan dallarıma ulaştı.
Çevremde, her tarafımda ayrı bir yangın başlamıştı.
Canım yanıyordu. İçim yanıyordu, ben yanıyordum.
Ve farkına varmadan özsuyumu öylesine tüketmiştim öylesine kurumuştu ki dallarım.
Yanıyordum işte dumansız...


Çığlıklarımı duy istedim.
Bilmiyorum sesim sana nasıl ulaştı.
Çok üzgündün sende.
Hayırsız evlattan ümitsiz bir ana gibi benden umudu keseli çok olmuştu ihtimal.
Ama sende öğrenmiştin.
Seni bu denli seven bir ben vardım.
Söylemesem de, isyan etsem de, sana asla boyun eğmesem de.
Dizlerine bu kadar muhtaç, sevgine şefkatine bu kadar susuz olan bendim.
Hani, yanı başındaki ben. İdealize ettiğin, her şeyime olmaz dediğin.
Küçüksün daha büyümelisin,
zamanla öğrenirsin dediğin ben
Öyle çabuk büyümüştüm ki sen göz açıp kapayana kadar...


Yeşerdiğimi görmeden sen ben kurumuştum bile.
Oysa senin yeşerdiğini sandığın dost yüreklerin hep dışındaydı yeşili.
Sen de onu görmemiştin.
Ben dışımın yeşilini kurda kuşa kaptırmıştım ama içimde hep yaşatmıştım
Senin söylemlerini, öğretilerini.
Aksini bilmiyordum çünkü.
Göründüğüm gibi olmayı da, olduğum gibi görünmeyi de başaramamıştım haklısın.
Belki bu yüzden yanıyordum işte.
Bu yüzden her yana yayılmış dallarım yapraklarım tutuşmuş
en küçük bir yangın benim içim felaket olmuştu...


Hadi bak bana.
Ben senim, sendenim.
Bu toprağa elinle ektiğin tohum, diktiğin fidan benim.
Ben o buğday tanesiyim.
Ben dev bir ağaç değil, şefkatle bir damla gözyaşına muhtaç olanım.
Ben senim...
El değil.
O değil.
Bu değil.
Şu değil...
Hadi yağmur yüklü bulut'um. Eğil.
Eğil...
Eğildin.
O gün eğildin
ve
Omzumda ağladın.
Söndü yüreğimdeki yangın.
Beni içinden çıkarıp aldın tükenmez ataşların
Mendilimde gözyaşların...

3 yorum:

Ness dedi ki...

Kaç kez okudum saymadım.
Elinize, yüreğinize sağlık.

Pabuc dedi ki...

Şiir bittiğinde gözümde canlanan tek kişi oldu..Sanki onun için yazılmış gibi hissettim ...Hislerimde hep bi yanılma payı vardır ama sanki bu sefer yanılmıyorum gibi :) Neyse o bölüm bende saklı...

Ve okurken aklıma şu da geldi, bazen bize dost olamayan insanlar bizim yaşama hırslarımız olurlar bizim olgunlaşmamızda bazen dostlardan daha kuvvetli etki olurlar...Hayat garip bu da onun içindeki bi tezat...Şer bildiklerimizdeki hayr gibi yanii...

Hani olurya filmlerde, bizim iyiliğimizi istediği için bizi yoran bilgeler... ben onların varlığına inanmıyorum...Onlara yakından benzer bir tek ANNEleri biliyorum onlar bize acımasız gibi gelse de her daim iyiliğimizi isteyen tek kişidir çünkü...Şiirden (ki belki şiir değil bu yazı bilemiyorum ben şiir gibi algılıyorum)farklı olarak anneler asla yanmamıza müsade etmez...

Bir solukta okudum şiirinizi(!)ve her bölümde farklı gerçekler geldi aklıma...Gerçekten hoş bir şiir...Yüreğinize sağlık...

Erkan BAL dedi ki...

@Ness: teşekkürler.

@pabuç: yanıldınız sanırım yine:) ama bu kez yanılmamanızı isterdim... gerçekten :(