21 Şubat 2011 Pazartesi

Fotokopi


Geçenlerde bir büyük gazetenin köşe yazarıda yazdıklarının dönüp dolaşıp internetten kendine geri dönmesinden yakınıyordu.

Bir paylaşım enginliği ve farklı bir kültür zenginliği net ama aynı zamanda insanları bir kısır döngüye mahkum ediyor yeni ufuklar derken çıkmaz sokaklara mı giriyoruz diye düşünüyorum. Bir arkadaşımın üye olduğum mail gruba gönderdiği yazıyı birkaç değişik versiyon halinde birkaç gurupta okudum.

Daha kötüsü ben bunu veya benzeri anlatımları 13-14 yıldır okuyorum. Her gün yüzlerce insan kadın erkek çoluk çocuk demeden nete giriyor. Bu insanları cazip net dünyasında şiirsi anlatımlar duygusallık ve ilgi alanlarına göre muazzam bir arşiv bekliyor. Kurt webmasterlerin sayfalarındaki "e-cardlar, hazır şiirler, sms mesajları aklınızı fikrinizi gönlünüzü çalmaya ve sizi bu ortama biraz daha bağlamaya yönelik birer araç. İcq, chat, irc, aol, mail gruplar, club'lar facebook ise ayrı bir dünya gibi.

Kısa zamanda kimileri nete girdiğine pişman kimileri de bağımlı olup çıkıyor ve hızla insan öğüten bir değirmende yeni buğday taneleri olan "user"lar öğütülüyor. Niyetim net e karşı olmak ya da nostaljik takılmak değil. Net'le birlikte edebiyatımızın insan üretkenliğinin, kültür ve bilgi paylaşımının artmasını olumlu buluyorum. Hatta Türkiye ve Türk insanı için dünya ile buluşma, kucaklaşma ve çağı yakalama adına son yılların en güzel ve en dehşet buluşu demek mümkün.

Benim dikkat çekmek istediğim konu tekrara düşmek yine yenidenaynı şeyleri bir kutsal ayin metni bir ilahi gibi tekrar tekrar okumak ve bir kısır döngüye bir girdaba düşmek. Tabi ki her zaman okunan klasik eserleri ya da dillerden düşmeyen yılların eskitemediği eserleri söz konusu etmiyorum burada.

Geçenlerde bir ağabeyim okuduğu şiirle ilgili bir dizenin bana ait olduğunda ısrar etti. Gerçekten benziyordu ama benim dizelerim değildi. Son zamanlarda net de benzer duyguları benzer kelimelerle ifade eden dizeleri görmek beni ürkütmüş ve üzmüştü ve o yüzden olabildiğince özenli ve az yazmaya çalışıyordum. Varolan bir net edebiyatından bahsetmek mümkün. Ancak her insanın algılaması farklı olsa da her şair yazar farklı anlatsa da netice de beslenilen kaynaklar aynı olunca yazılanlarda da benzeşme başlıyor. O zaman da Net edebiyatının Pop Arabesk fırtınasına benzer bir şey olma ihtimali üzerinde çok düşünmemiz gerekiyor.

Artık insanlar pcleri başında saatlerini günlerini geçirir oldular. Güneşin batışını, doğuşunu rüzgarın sesini, çiçeklerin kokusunu "dağlarına bahar gelmiş memleketimin" diye göre göre yazma şansları kalmıyor gitgide. Kim bilir kaç kişi "Aa aynı benim düşüncelerim, benim yaşantım, benim hayatım, özlemlerim, üzüntülerim diye bu benzeşen metinleri okuyor.

Kaç kişi o hisleri ifade eden insanın yaşadıklarını gerçekten anlayabiliyor. Kaç eli kalem tutan (net)yazar, (net)şair tek düzelikten kaçınmayı yazılarda benzeşmekten sakınmak daha da önemlisi aynı kaynaklardan beslenmemek, Net ananın beslemesi olmamak olarak da algılıyor.

Bir bilim kurgu yazarının tüm teknolojiden uzakta eski daktilosu ile bir dağ evinde yaşadığını okumuştum gazetelerde. Röportajında. diyordu ki: -"Hayal gücümü canlı kılmak için mecburum buna. Ne düşünsem ne yazsam üç gün demeden gerçeğini yapıyorlar.

Bazen çeşitli club'larda üyelerin kişisel sayfalarını geziyorum. Jpg ve animated gif resimler güllerle çiçeklerden şiirlere, anlatımlara kadar her şey tek düze ve fotokopi sanki. Özgün olmayı başaranlar bile bir benzeşme canavarının ellerinde çabalıyor, can çekişiyorlar. "Fotokopi sevdalar yaşadığımız" demiş bir şair.

Her şeyi fotokopi yaşıyoruz neredeyse. Dostlarımıza seslenişimiz üzüntü sevinç sebeplerimiz neredeyse gözyaşlarımız bile sanal ve benzeşik. Bir çiçeği, bir gülü, bir papatyayı anlatmak için bir mail adresi, dijital bir resim bir e-card bir gif bize yetiyor. Nick'ler ve sanal kimlikler anlatılarda ana tema, nüve olup çıkıyor. Oysa bir güle dokunmadan kim gül kim çakırdikeni nerden bileceksin?

O kadar benzeşik ki ifadeler toplasan bir a4 kağıdına hepsini yazabilirsin.

"CANNNNNN"

"SENİ ÇOK ÖZLEDİMMMMM"

"ŞU AN SANKİ YANIMDASIN"

"AŞKIMMMMM"

"VARLIĞIN İÇİMİ ISITIYOR"

"SAKIN BEN ÖLMEDEN ÖLME OLUR MU?"

"SADECE SESİNİ DUYMAK ADINI SÖYLEMEK İSTEDİM"

"BİZİM ARKADAŞLIĞIMIZ KİMSENİNKİNE BENZEMEZ"

"NE HOŞ KIZSIN"

"NE KOMİK ADAMSIN, BENİ GÜLDÜRÜYORSUN" ... liste böyle uzayıp gider.

Bu yazı sadece benim düşüncelerimi, algılamalarımı yansıtıyor ve hiç kimseyi ne övme, ne de yerme amacı gütmüyor. Belki sizler de benzer şeyler görüyor, okuyor, yaşıyor hissediyorsunuz. Belki de ifadelerimin tam aksini düşünüyorsunuz bilemiyorum.

Bu çıkmaz sokaktan çıksak mı çıkmasak mı?-Elma dersem çık armut dersem çıkma.

Elma!..Hem de kütür kütür, taptaze mis gibi elma.

Dalından yeni koparılmış olmasa da ne bir animated gif ne de buzhane.

Şu an yiyorum da :)

Haydi bana afiyet olsun. Sevgiyle kalın...

ERKAN BAL

NOT: Bu yazı elinize ulaştığı sırada yine onlarca yeni insan nete girdi bazıları bizim okumaktan bıktığımız şiirlere yazılara veya benzerlerine ulaştı.

-Aa a. "Ne güzel, tıpkı benim duygularımı yansıtıyor" dedi

...Aa, @a ...

...Aa, @a ...

...Aa, @a ...

...Aa, @a ...

Erkan BAL - (1999-2011)

17 Şubat 2011 Perşembe

Aydın sorumluluğu adına


Toplumda gazeteci, yazar, gibi vasıflara haiz insanların kalem oynatırken özgür olmasını ne kadar savunuyorsam, bir o kadar da sorumlu davranmalarından yanayım. Kaş yapayım derken göz çıkarmak diye bir deyim var. Tamamıyla iyi niyetlerine inansak bile bazı dostların yazıp, çizdikleriyle yeni bir dünyanın oluşumuna zerre miktar da olsa katkı sağladığımızı unutmamaları gerek. Bu dünya bu basın ahlakı ile şekillenecekse işimiz zor...

Evet, her şey biraz bozuldu. Haberler inanılmaz adi-adli vakarla dolu ama bunları eleştirirken bile kullanılan dil önemli.
Biz yetişkinler gibi zamanla kendi zikri bozulmuş olanlarımızın bile fikirleri temiz kalmalı. Sıcak başımıza vurmuş ve bir nara çekip gördüğüm bildiğim her şeyi anlatacağım demiş olsanız bile, beyaz masallara ihtiyacımız hep var.

Ben şahsen çocuklarımı kahramanlarının kendileri olduğu keloğlan masalları ile büyüttüm. Çıkar ilişkilerinin yerildiği ve kötülüğün bir şekilde ti'ye alındığı Nasrettin Hoca fıkraları ile devam ettim. Okumayı öğrendiklerinde Kemaleddin Tuğcu ve Andersen Masalları'nı verdim ellerine. Öğretmenlerinden karnenin sağ tarafına gerçek notlar vermelerini istedim.

Biz iyi insanların rol model olduğu bir dünyadan bugünlere geldiğimiz halde bu kadar bozulduk. Bu bozulmuşluğu ve yozlaşmayı görerek, madem özünde toprak olanın sonu çamurdur o halde bugünden öğrensinler hayatın çirkin yüzünü diyemeyiz.

Kötü örnek, örnek sayılmaz derler. Biz gittikçe kararan yüreklerimiz ve (Allah günahlarımızı alnımıza yazmadığı için) ak - pak görünen beyaz tenimizle ülkemizde ve dünyada yaşananlardan birey olarak duyduğumuz sıkıntı ve utançtan kurtulabilmek adına olsun çocuklarımızı ak pak yüreklerle yetiştirmeliyiz.

Denilebilir ki bir gün acı gerçeği görecekler, işte o gün için şimdiden balçıkla sıvanmayan güneşler toplayıp biriktirmek gerek. Karanlıktan korkuyorsan küfretmek yerine, bir ışık yak demişler.

Hayat sadece siyah ve beyazdan ibaret değil. Arada başka renkler de var. Hatta hayatı daha güzel algılama sebebimiz biraz da o renkler. Haklısınız, Güzel şeyler bir bir kayboluyor ama örften bile gelse bazı kutsal bilinen şeylere bu kadar pervasız dokunmamak gerek.

Hiç kimse bozulmadığımız veya dışarıda havanın çok da güzel olduğu iddiasında değil ki.

Bizler sütten çıkmış ak kaşık değiliz ancak akıyor zaten diye akarsuya küçük abdest bozmanın da bir faydası olmadığını düşünüyorum...

Bir bakın gazete haberlerine Kızıyla başlayıp, torununa kadar tecavüz eden sapıklardan kiralık katil hizmetleri için web sitesi açanlara kadar bir sürü pislik. Ana - babasını doğrayanlar, yeni doğan çocuklarını poşetle çöp tenekesine atanlar. Bunları tüm detaylarına kadar okumak ve okutmak zorunda mıyız?

Eskiden adli makamların hassasiyetinden de olsa gerek bazı haberler üstü kapalı (imalı) geçiştirilirdi. Şimdi her şeyi olanca çıplaklığı ile vermek moda oldu. Oysa bir otokontrol gerekmez mi? Hayat tozpembe değil ama ortalıkta zaten bunca mikrop varken, gazeteciler, televizyoncular haberciler olarak bu kadar tozu dumana katmasak daha güzel olmaz mı?

Saygılarımla

Erkan BAL

15 Şubat 2011 Salı

Çocukluğumun süper kahramanları


Her çocuk gibi yaşadığımız dönemden sahte kahramanlar edindik. Kimisini kitaplardan, kimisini sinema filmlerinden, kimisini çizgi romanlardan. Ama bir de hayatın içinde yaşayıp gördüğümüz iki kahraman daha aktaracağım size.

I
Çocukluğumun geçtiği kasabada yüksek bir tepeden atılırdı Ramazan topu. Bu topu atan ise belediyede çöpçü olarak çalışan bir amcaydı... O dik tepeye iftardan önce arkadaşlarla toplanır, yüksekçe bir su deposunun üzerine çıkar ve onun topu atmasını beklerdik. Top patladığında deponun üstüne falan gökten toprak, kum yağar ve biz tam o anda deponun tepesinden atlayarak dik bir yokuştan evlerimize koşardık.

Nefes nefese eve gelir, nerde kaldın yaramaz sorularına aldırmadan oruçlarımızı açardık. Ramazanlarda teravih sonrası kapı zili çalıp kaçmaktan sonra en büyük eğlencelerimizden birisiydi bu. Gitmediğim bir akşam arkadaşlar top patlar patlamaz büyük bir feryat duymuşlar. Amca yeterince uzaklaşamamış ve iptidai bir şekilde taşların ortasında açtığı bir çukurda patlayan barut karışımı bir bacağını koparmış...

Yıllarca tek ayakla yaşadı o amca. Dilenmedi, yine çalışmaya gayret etti ama belediyeden emekli ettiler malulen. Bir daha o tepeye gitmedim. Zaten top da farklı düzeneklerle atılmaya başlandı ama o amcayı ne zaman görsem hep bir savaş gazisi gibi gözüktü gözüme, onunla hep gurur duydum.

II
Rahmetli babam her şeyin iyisini almayı severdi. Bu yüzden bakkalımız manavımız kasabımız ayrıydı ve en ufak bir yamuk yaptıklarında babam değiştirirdi. Kasabımız alkolik bir abiydi. Genç yaşta öldü. Çok içerdi ama kimseye zararı olmazdı. Ramazan'da ise içkiyi bırakır, namaza başlardı.

Bir gün babam beni kıyma almaya gönderdi. Koşarak gittim ve kıyma istedim. Belki içerideki müşterileri beklemedim diyecem ama bekledim sıramı. Kasap abi sert bir sesle "yok kıyma" dedi. Bozuldum ama bir şey de diyemedim. Geldim babama aktardım durumu. Babam belki iyi et yokmuştur dedi ama kasap abiye uğramış iftardan sonra...

Geldiğinde babam dedi ki. "sen dükkâna girdiğinde selam vermemişsin" artık büyüyorsun selam vermen gerek. Kasap abin o yüzden "selam vermeyen çocuğa kıyma vermem ben" dedi bana. Önce bir bozuldum. O güne kadar pek dikkat etmediğim selam işini Alkolik diye pek de iyi gözle bakmadığım Kasap abiden öğrendim. Kendisine minnettarım.

III
Bugünlerde yaşlı bir teyze geliyor işyerine. Arkadaşlarla birlikte sattığı çakmak, cevşen türü şeyleri alıyoruz. Her yer cevşen dolmasın diye ben kalem ve çakmak alıyorum. Durumunu anlatıyor. Çok sık uğramaz yani Ramazan'da türeyen tiplerden değil. Temiz yüzlü. Oğlu kanser tedavisi görüyor ve kadın onun için çırpınıyor. Son günlerde gözümde büyüyen isimsiz kahramanlardan biri de o teyze...

.......................................................
isteyene MİM: Siz de isimsiz kahramanlarınızı yazınız.

13 Şubat 2011 Pazar

Mevlid kandili dolayısıyla


İnsan, günah ve sevabı anlatan ayet ve hadislerdeki on misli, yüz misli, bin misli gibi ifadeleri okuduğumda hikmetinden sual olunmaz Rabbimin ama ne gerek var matematiksel anlatımlara diye düşünürdüm. Oysa matematiği severim... O da yaradılışın bir şiiridir.

Kuran şiir gibi akar gider ama şairleri de uyarmayı unutmaz. 'Hakkı hicveden şairlere aldanmayınız' der.

Resul en güzel örnektir. Gençliğimde sevgisi içimi ürpertir, ağlardım. Keşke o tadı hiç kaçırmasaydım. Sevdiğim, âşık olduğum erkek... Erkek mi hayır o elçi. Tanrıdan gelen saf, arı, duru bizden bir örnek...

—Anam babam sana feda olsun ya Muhammed!
Ölçü bu. Bir insan bir insanı ana babasını uğruna feda edecek kadar sever mi? Sever.

Ama o insan ne der ilhamını Kuran'dan alıp.
—Ana babanıza ÖF bile demeyiniz.

Yüz sevap, bin sevap, bin geceden hayırlı bir gece. Niçin peki niçin? Hepsi cennete bir adım daha yaklaşmamız için.

Oruç, namaz, zekât. Niçin? Daha sağlıklı daha huzurlu yaşamak için.
Üstüne en sevgili'den mükâfatlar... O'nun da gönlü hoş olacak.
—Kulum bana bir adım geldi mi, ben ona bin adım koşarım. Aman yarabbi!

Başka...
Şaşkın aklımın hayrete düştüğü bir denklem daha:

Kul günah işlemeyi düşündü mü? İşlerse, bir günah.
Düşündü de yapmaktan vazgeçti. O zaman bir sevap...
Düşündü de vazgeçip iyilik yaptı. Bir sevap daha.
Bütün denklemlerde sevdiklerini kayıran bir Yüce Yaradan'ın tabir yerinde ise torpil izleri:)

Ya cehennem...
Ne demiş derviş: Evlat cehennemde ateş yoktur, herkes kendi ateşini buradan götürür. O yüzden belki yürekler yangın yeri... Yüreğimizi yakanlar kendi ateşlerini bizim fırınlarımızda kızdırıp, alevlendirmekle meşguller...

Bakın bütün ilahi denklemlere. Bütün sözlerine o ilahi kitabın. Her şey bize biraz iltimas, biraz kayırma. Kim yapar ki. O sadece o...

—Yeryüzünde fitne ve bozgunculuk, kargaşa çıkaracak birini mi yaratacaksın? Sana ibadet edenler olarak biz yetmez miyiz yarabbi?
—Ben bilirim siz bilmezsiniz. Diye kesin bir emir.

Şeytan kul olduğunu unutup neden isyan etmesin. Etmemeli değil mi? Allah'a isyan eden insanın şeytandan farkı ne. Var. İnsanın önünde açık pişmanlık ve tevbe kapıları… Yine torpil.

Ne diyordu Rahmetli Ömer Lütfi Mete:
Şeytanı şeytan yapan Rabbine meydan okuması, Âdem’i âdem yapan üzülüp, af dilemesiydi.

Affet yarabbi...
Sen bilirsin ben bilmem. Sen bildirmezsen ben bilemem.
Bildir bize tüm bildiklerini, sevdir bize tüm sevdiklerini.

Şiir gibi dualar. Örnek mi? Alın size: "Rabbiyyesir"

Kadir kıymet bilmeziz.
Yarabbi kadir kıymet bilenlerden eyle.
Gönlümüzü ak, pak eyle. Oruçla namazla ıslah et, güzelleştir. Rasülünün sevgisini gönlümüze yine, yeniden yerleştir.

Ol dedin âdem eyledin
Yine ol de Adam eyle...

Amin.
Amin Amin...

12 Şubat 2011 Cumartesi

Dışarıda hayat çok renklidir

Bakıyorum da internet aleminde de fikri sabit olanlarımızın oranı bir hayli yüksek, bir şeye ya ak, ya da kara diyenlerin sayısı bir hayli var. Tıpkı farklılığını vurgulayarak bir kimlik vurgusu yapmak isteyen ama kendi düşüncesinden olmayanlara saygı göstermeyen bazı ayrılılıkçılar gibiyiz.

Hepimiz yadsınamaz derecede kendi renklerimizin fanatiğiyiz. Dünya görüşümüz, siyasi görüşümüz, futbol takımımız yemek ve giyim ve müzik tercihlerimiz için bile bu böyle. Demokrasiyi bile sadece kendi özgürlük alanımız olarak tanımlamaya meyilliyiz.

Oysa dışarıda hayat çok renklidir. Bırakın insanı, hayvanlar içinde bile sadece köpekler renk körüdür. O da gri tonlarını farkeder yine de. Siyah beyazın tamamlayıcısıdır ve ışığın olmama haline karanlık dendiği gibi renksizliğin rengine de siyah denir. Gecenin varlığı gündüzün (ışığın) yokluğundandır. Hüznü var yapan mutluluğun yokluğudur. Kendi kendinize depresyonda olduğunuzu hissediyor, bir türlü üzüntünün pençesinden kurtulamıyorsanız, hayatınıza ne zaman mutluluk katan bir olay yaşadığınızı düşünün. Bulabiliyorsanız ona tutunun, bulamıyorsanız, bu kez de sorunun kaynağını buldunuz demektir. Sevinin.

S
iyah ötekileştirmenin rengidir. Başkalaştırmanın. Siyaha kendi başına çok anlam yükleyemezsiniz. Siyah bir elbiseyi çekici kılan, çevresindeki diğer renkler ve özellikle beyazdır. Yoksa gece siyah giymiş bir zencinin beyaz yakalı bir gömleği yoksa, karanlıkta o da yoktur. Tüm renkler gün ışığından ayrışır ama siyah değil. Çünkü siyah bir renk değildir. Renksizliğin ta kendisidir...

B

Saygılarımla

Erkan BAL

Not: Şehir hayatından diğer renkleri göremiyorsanız, yeşili bol bir yere gidin haftasonu. Diğer renkleri de göreceksiniz. Herkese tavsiye ederim.
en şahsen (hayatın hiçbir yerinde hoşgörüyü yeterince yerleştirememiş bir ülkenin insanları olarak) en azından sanal alemdekendi düşüncemizden olmayanlara karşı biraz daha esnek olmamız gerektiğini düşünüyorum. Keşke tersi de mümkün olsa, sadece burada fanatik olup, gerçek hayata daha özgürlükçü ve rengarenk bakabilsek.

H
erşeyi siyah ya da beyaza indirgeyerek bakmaktan vazgeçip, hayata tüm renkleriyle bakabilmek için de kendi ruhumuza sürekli şu sözü fısıldamak gerek sanırım: "bırak güneş içeri girsin!"