12 Şubat 2011 Cumartesi

Dışarıda hayat çok renklidir

Bakıyorum da internet aleminde de fikri sabit olanlarımızın oranı bir hayli yüksek, bir şeye ya ak, ya da kara diyenlerin sayısı bir hayli var. Tıpkı farklılığını vurgulayarak bir kimlik vurgusu yapmak isteyen ama kendi düşüncesinden olmayanlara saygı göstermeyen bazı ayrılılıkçılar gibiyiz.

Hepimiz yadsınamaz derecede kendi renklerimizin fanatiğiyiz. Dünya görüşümüz, siyasi görüşümüz, futbol takımımız yemek ve giyim ve müzik tercihlerimiz için bile bu böyle. Demokrasiyi bile sadece kendi özgürlük alanımız olarak tanımlamaya meyilliyiz.

Oysa dışarıda hayat çok renklidir. Bırakın insanı, hayvanlar içinde bile sadece köpekler renk körüdür. O da gri tonlarını farkeder yine de. Siyah beyazın tamamlayıcısıdır ve ışığın olmama haline karanlık dendiği gibi renksizliğin rengine de siyah denir. Gecenin varlığı gündüzün (ışığın) yokluğundandır. Hüznü var yapan mutluluğun yokluğudur. Kendi kendinize depresyonda olduğunuzu hissediyor, bir türlü üzüntünün pençesinden kurtulamıyorsanız, hayatınıza ne zaman mutluluk katan bir olay yaşadığınızı düşünün. Bulabiliyorsanız ona tutunun, bulamıyorsanız, bu kez de sorunun kaynağını buldunuz demektir. Sevinin.

S
iyah ötekileştirmenin rengidir. Başkalaştırmanın. Siyaha kendi başına çok anlam yükleyemezsiniz. Siyah bir elbiseyi çekici kılan, çevresindeki diğer renkler ve özellikle beyazdır. Yoksa gece siyah giymiş bir zencinin beyaz yakalı bir gömleği yoksa, karanlıkta o da yoktur. Tüm renkler gün ışığından ayrışır ama siyah değil. Çünkü siyah bir renk değildir. Renksizliğin ta kendisidir...

B

Saygılarımla

Erkan BAL

Not: Şehir hayatından diğer renkleri göremiyorsanız, yeşili bol bir yere gidin haftasonu. Diğer renkleri de göreceksiniz. Herkese tavsiye ederim.
en şahsen (hayatın hiçbir yerinde hoşgörüyü yeterince yerleştirememiş bir ülkenin insanları olarak) en azından sanal alemdekendi düşüncemizden olmayanlara karşı biraz daha esnek olmamız gerektiğini düşünüyorum. Keşke tersi de mümkün olsa, sadece burada fanatik olup, gerçek hayata daha özgürlükçü ve rengarenk bakabilsek.

H
erşeyi siyah ya da beyaza indirgeyerek bakmaktan vazgeçip, hayata tüm renkleriyle bakabilmek için de kendi ruhumuza sürekli şu sözü fısıldamak gerek sanırım: "bırak güneş içeri girsin!"

22 Ocak 2011 Cumartesi

Yönetici Hastalıkları


Bölücülük olmasın ama toplumu yönetenler ve yönetilenler diye ortadan cart diye ikiye bölecek olursak, hastalık çeşitleri de yönetici ve yönetilen hastalıkları olarak listelenebilir.


Buyurun okuyalım. Yönetici hastalıkları nelermiş:

1- Tavuk çıktığı yumurtayı beğenmemiş hastalığı: Genel yönetici hastalığıdır. Her ne hikmetse yöneticiler çabucak bu toplumun ferdi olduğunu unutup, kendilerini seçenleri küçümsemeye başlar. Oysa makamı ne olursa olsun demokrasilerde her yönetici kendi konumunu o beğenmediği insanların oylarına, onaylarına borçludur.

2- İşler sizin bildiğiniz gibi değilmiş hastalığı: Özellikle seçilmiş insanlarda 30 ila 90 gün arasında baş gösteren bir hastalıktır. Bu kuluçka dönemi sonunda seçmiş olduğunuz yönetici bir şekilde bürokrasi tarafından kafaya alınır ve mevzuata boğulur. Yöneticiniz “işler sizin bildiğiniz gibi değil” demeye başladıysa artık o yöneticiden vizyoner işler bekleme şansınız yoktur. Bir dahaki seçime kadar umutlarınız yine suya düşmüş demektir. Hele bir de 2.dönem aynı kişiyi seçerseniz vay memleketin haline.

3- Bu millet adam olmaz hastalığı: Bürokrat kesimde daha çok görülen bir hastalık türüdür. Eskiden kalma bir halkı adam etme ve yetkiyi başkasından aldığını sanma hastalığı yüzünden bir kısım bürokratlar karşılaştıkları sorunlar ve halkın uyum sağlamaması yüzünden “bu millet adam olmaz” sözünü kendilerine ilke edinirler ve başarısızlıklarının bahanesi yaparlar. Devleti kendi malları, milleti de tebaları zannederler.

4- Yağdanlık hastalığı: Alt kademelerde baş gösteren bu hastalık, insanları yükselmek için üstlerinin her davranışını beğenmek, övmek şeklinde kendini gösterir. Küçük yerlerin yöneticileri halkın oyları ile gelmiş bakanlara milletvekillerine karşı iltifatta yarışırken tepkisini gösteren vatandaşlara kızarlar. Bakanı sinirlendirdin, milletvekili bozuldu tarzı söylemler içine girerler. Onları da seçenin bu halk olduğunu unuturlar. Sokakları vali vs. gelirken 2 kere süpürürler, üstlerinin tercihine göre onlara yaranmak için camiye de meyhaneye de aynı yakınlığı gösterirler.

5- Yaptığını çok görme hastalığı: Kadrolu memur hastalığı da denilebilen bu hastalıkta kadroya girene kadar bin bir takla atıldıktan sonra “benden hizmet bekleyen.” “ben bu devlete yıllarımı verdim…” “en çok biz vergi veriyoruz” türü söylemlerle kendini gösterir. Sabah mesaiye gelirken yarım saat geç gelebilmeyi, akşamüstü yarım saat erken kaçabilmeyi matah sayan ve kendisi olmasa işlerin yürümeyeceğini sanan insan hastalığıdır. Oysa sen gidersin yerine bir başkası anında gelir, devlette devamlılık esastır, işler yürür, oturduğun koltuk babanın malı değildir.

6- Bugün git yarın gel hastalığı: Eskisi kadar olmasa da bazı memurlarda eskiden oldukça sık görülen bir hastalıktır. İşleri ötelemeyi, ertelemeyi bir marifet saymakla başlayan ve bilgisayarda soliter, okey oynamak, son zamanlarda da facebook’a takılmak şeklinde kendini gösteren bir hastalıktır. Bir nevi miskinlik, uyuşukluk, tembellik durumudur.

Allah hepimize acil şifalar versin. AMİN


(*)Gelecek yazıda:
Yönetilenlerin hastalıkları.